Bir gece vakti Mostar

Hırvat sınırının bir benzin istasyonu olmadığını, görevli memur pasaportları isteyince anlamıştım. Sabah yaşadığımız gerginliğin üzerine yine aynı sıfattaki polisleri görünce en sevimli halimi takınmaya çalıştım ama yemedi yavşaklar. Ülkeden çıkarken sorun çıkartacaklarını hiç tahmin etmemiştim oysa ki. Polislerden bir tanesi pasaportları alıp merkez binaya giderken bir başka polis memuru arabayı tampon bölgeye çekmemizi işaret etti. Sonra da el feneriyle geldi yanımıza. Hırvatça bir şeyler söyleyerek bagajı gösteren polis memuru, anlamadığımızı fark edince “Do you speak english?” diye toparladı kendisini. “Yes” diye cevap verince de Hırvatça konuşmaya devam etti. Dalga mı geçti, ne yapmaya çalıştı, İngilizceye dair bildiği tek şey bu cümle miydi hiçbir fikrim yok ama yanımızda alkol ya da sigara olmadığını öğrenince iyi yolculuklar dileyerek dönüp gitti kulübesine.

Bosna-Hersek sınırında da benzer işlemlerden geçeceğimiz için arabaya yerleşmeden yola devam ettik. Biraz gittikten sonra da Bosna-Hersek sınırı gözüktü ama bir tane prefabrik kulübenin haricinde etrafta hiçbir şey yoktu. Pasaport kontrolü için yavaşladığımızı gören Bosna polisi, geç diye hızlıca işaret edince durmadan devam ettik yolumuza.

Bosna sınırından güle oynaya geçtikten yarım saat sonra aklıma bir soru geldi. Şu anda Bosna-Hersek toprakları içindeydik ama pasaportta Bosna-Hersek’te olduğumuza dair hiçbir ibare yoktu. Yani resmi olarak Bosna-Hersek’te değildik. Türkiye’den de, Hırvatistan’dan da çıkış işlenmişti pasaportlara. Dolayısıyla bu iki ülkede de yoktuk. Uluslar arası hukuk konusunda da yeterli bilgim olmadığı için başımıza bir şey gelse kimin ilgileneceği sorusuna da cevap veremedim kendi başıma. Bosna-Hersek sınırına geri dönüp “damgalasanıza bizi birader!” demeyi de gözümüz almadı ve saat 22.00 civarında Mostar’a ulaştık.

Bosna-Hersek’e Mostar Köprüsü’nü görmek için gitmiştik, Mostar’a girer girmez karşıladı bizi. Önce küçük bir şaşkınlık yaşadım çünkü Mostar’ı aniden görmek hiç aklımda yoktu. Arabayı işlek bir bölgeye park ettikten sonra hem gezelim hem de kalacak bir yer bakalım diye dolaşmaya başlamıştık ki, 30 metre gitmeden karşıma çıkan ilk pansiyona girip “Hancı! Bana et, atıma ot!” diye bağırdım ve küçük bir pazarlığın ardından geceliği 12 euroya kalacak yer sıkıntısını halletmiş olduk. Yeni açılan ve tüm eşyaları gıcır gıcır olan pansiyona yerleştikten sonra hemen yakınımızdaki köprüye doğru yola çıktık.

Açlıktan kırılmak üzere olduğumuzdan atıştıracak bir şeyler bulma umuduyla sağa sola bakındık fakat köprünün etrafı terk edilmiş bölge gibiydi. Açık olan birkaç yer de mesaiyi tamamlamış ve temizliğe başlamıştı. Ayrıca bu saatte karnımızı doyurabileceğimiz bir yer bulamayacağımızı söylediler. İşte o zaman Üsküdar Meydanı’nın, 3-5 sosisli yuvarlamanın kıymetini anladım…

Dönüş yolunda bulduğumuz bir fırından aldığımız Boşnak böreğiyle geceyi tamamladık ve Lejlaların tertemiz odalarında kafayı vurup yattık.

Bu yolun başlangıcı için
1- Türk vatandaşı vs Hırvat polisi
2- Hırvat yollarında dört atlı

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*