Mostar ve Köprüsü

Bosna-Hersek’te yaşanan savaş, çocukluğumun unutamadığım dönemlerinden birisidir maalesef. O yaşa kadar savaş benim için, tarihin tozlu bölümlerinde yer alan ve modern dünyada olmasına ihtimal vermediğim bir şeydi. Ancak eve gelen gazetelerden Bosna-Hersek’te bir savaş yaşandığını ve savaşın düşündüğüm gibi bir şey olmadığını öğrenmiştim. Bu yüzden farklı bir anlamı vardı Bosna-Hersek’in benim için. Hırvatları, Sırpları, Boşnakların kardeşlerimiz olduğunu hep o savaş sayesinde öğrenmiştim. Bugün bile unutamadığım görüntüler arasındadır savaşta vurularak ölen küçücük çocuklar, Mostar Köprüsü’nü korumak için etrafına asılmış tekerlekler, Mostar’ı yıkmak için atılan bombalar, düşen taş parçaları yüzünden suyu metrelerce yükselen Neretva…

Mostar Köprüsü, Mimar Sinan’ın talebelerinden Mimar Hayreddin’in 1566 yılında yaptığı, Allah’ın 99 ismini hatırlatmak için 99 basamak koyduğu ve birçok sembolik anlamı olan bir köprü. Kimileri için Neretva Nehri üzerinde bir hilal, kimilerine göre ise o coğrafyadaki farklı halkları birbirine bağlayan bir unsur; yani bir köprüden çok daha fazlası…

Savaş zamanında yıkıldığını görünce çok üzülmüştüm. Zaten ne zaman ‘başına bir şey gelen’ tarihi eser görsem çevremdekilerin taş diye sıfatlandırdığı kalbim yumuşar, içim sızlar. Seneler sonra Mostar Köprüsü’nün yeniden inşa edildiğini duyduğum zaman sevinmiş ve günün birinde göreceğime inanmıştım. Gittiğim zaman da başından sonuna defalarca geçtim köprüden. Hatta, Mostarlıların adetlerinden olan ve nişan zamanı kız tarafına cesaretini göstermek isteyen erkeklerin atladığı köprünün kenarına çıkarak artistlik yaptım.Ama yemediği için atlamadım tabii ki.

Köprünün bir yanında Hırvatlar yaşıyor, bir tarafında ise Müslüman Boşnaklar kalıyor. Mimar Hayreddin, Mostar’ı sadece bir köprüden ibaret yapmamış, çeşitli yapılarla bir kompleks kurmuş bölgeye. Zaten, Bosna-Hersek’in bu tarafı ortalama bir Anadolu kasabasını hatırlatıyor etraftaki camiler ve cami bahçelerindeki mezarlıklarıyla. Savaş zamanı yıkımına sesini çıkartmayan dünya, şimdi UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne almış korumaya çalışıyor Mostar’ı…

Mostar Köprüsü’nün Hırvat tarafındaki girişinde meşhur “Don’t Forget” taşlarından birisi sergileniyor. 1993 senesinde yapılan soykırımı turistlerin gözüne gözüne sokuyorlar, bana kalırsa gayet de iyi yapıyorlar. Çünkü Avrupa’nın göbeğinde bu insanlık suçu işlenirken kulaklarının üzerine yatanlar, şimdi Mostar’ı gezmeye geliyorlar ve Bosnalılar da onların görmek istemediklerini burunlarının dibine yerleştiriyorlar. Unutturmama yöntemleri sadece iki tane görebildiğim “Don’t Forget” yazan taşlar değil, edindiğim bilgilere göre evlerin üzerindeki kurşun izlerini bilerek temizlememişler ki hem yeni jenerasyon nasıl bir bölgede yaşadığının farkına varsın hem de gezmeye gelenler Bosna’da neler olduğunu yakından hissetsin… Galvanizden ibaret, her tarafı delik deşik olup kevgire dönmüş eski bir bahçe kapısını bile değiştirmemişti Mostarlı amcalardan bir tanesi. Bunları görünce 1993 senesinde yaşananları tekrar hatırlıyor insanoğlu ve Bosnalılar da gayet başarılı bir şekilde yerine getiriyor ders verme işlemini.

Köprünün Hırvat tarafındaki kapısının hemen üzerinde küçük bir yapı var. Şu anda Çardak ismiyle çalışan bir kafe. Ermin adlı bir Boşnak, arkadaşıyla beraber işletiyor. Mostar Kahvesi falan içebiliyorsunuz burada. Türkiye’den geldiğimizi öğrenince daha yakından ilgilenerek hemen kahveyi sürüyorlar ocağa. Kahve, bildiğimiz kahve aslında. Tat olarak herhangi bir değişiklik yok. Ama orijinali şekersiz içiliyormuş, bizi kofti mi gördü nedir fincana şeker koyarak servis ettiler kahveyi. Ermin’in arkadaşı, Mostar Köprüsü’nden defalarca atlamış hatta Red Bull’un organizasyonlarından bir tanesinde yüksek atlamada Dünya Şampiyonu olmuş birisi. Önce güncel Mostar’dan konuşuyoruz sonra muhabbet, usulca savaş dönemine kayıyor. Çok çile çekmiş adamlar; Mostar’daki Müslüman bölgesi Hırvatlarla, Sırpların arasında kaldığı için hareketlenmeleri kolay olmamış. Sağa gitsen kurşun, sola baksan bomba… Ama şimdi Neretva’nın kıyılarından topladıkları bombaları, mermileri sergiliyorlar dükkanlarında. O dükkanlara Sırplar da giriyor, Hırvatlar da. Ama anladığım kadarıyla olası bir ters duruma hazır sanki Boşnaklar. Gardlarını indirmeden yaşamaya devam ediyorlar, yine savaşa benzer bir durum olursa boş yakalanmayacak gibi bir havaları var.

Mostar da dağlık bir arazinin ortasına kurulmuş bir şehir. Hırvat tarafındaki dağın tepesinde ise kocaman bir haç var. Birkaç saatlik tırmanmayla zirvesine çıkılabilecek bir yer. Ben de gözüme kestirip çıkmaya niyetlenmiştim ama Erminlere bu fikrimi açtığım zaman hemen karşı çıktılar. Çünkü dağda savaştan kalma mayınlar temizlenmemiş, usulünce “Gidersen dönemezsin” dediler. Bende bir anda vazgeçip, içimdeki dağcıyı susturdum hemen. Başka bir deyişle, “yemedi lan!”

Mostar’dan yolunuza doğruca devam ederseniz yeni şehre gelirsiniz. Burada bir sürü pastane ve kafe var. Mostar nüfusunun genç kesimi cirit atıyor burada. Havaların da güzel olmasıyla herkes sokağa atmış kendini. Biz de yürüyerek geçen saatler sonunda bir kafeye oturup sağı solu kesmeye başlıyoruz her Türk gibi. Sohbetler, muhabbetler, gırgırlar, şamatalar gırla giderken bir anda Ziraat Bankası’nın son derece kreatif başaktan bozma logosu çıkıyor karşıma ve ansızın Mostar’dan çıkıp Ankara’ya gelmiş gibi oluyorum. Yolda olduğum zaman en ifrit olduğum şeylerden birisidir geride bıraktığım yeri bana hatırlatan şeyler. O yüzden hemen kaykılıp Mostar sokaklarını kesmeye devam ediyorum.

Ama akşama kadar sürüyor bu artistlik. Bomboş Mostar sokaklarında salına salına yürürken üzerinde Türk bayrağı olan başka bir bina gözüme çarpıyor ve yakından bakınca konsolosluk binası olduğunu anlıyorum hemen. Bosna-Hersek girişinin pasaporta işlenmemesine cevap verecek en yetkili makamı görünce hemen basıyoruz zile. Kapıyı açan memurlara “Nabıyonuz lan keranacılar” dememek için zor tutuyorum kendimi. Durumu anlatıyoruz ama hemşerilerimiz de cevap veremiyorlar sorularımıza. “Bazen bize de aynısını yapıyorlar, önemli bir şey değil o” diye yanıtlıyorlar bizi ama, ertesi gün Dubrovnik’e geçeceğimizi söyleyince “Bir şey olursa ararsınız” diyorlar, vedalaşıp ayrılıyoruz.

Pansiyona gitmeden önce Neretva kıyısında alem yapan gençlerin arasına karışıyoruz. Etraftaki taşların üzerine gruplar halinde serilmişler, bol kahkahalı sohbet ediyorlar. Biz de kendi kendimize iki lafın belini kırıyoruz ama bir anda üzerinde oturduğumuz taşlar ilginç geliyor gözüme ve sağını solunu araştırmaya başlıyorum. O taşların yıkılan orijinal Mostar Köprüsü’nün Neretva’dan çıkan parçaları olduğunu anlamam uzun sürmüyor. Üzüntüyle karışık değişik bir duygu beliriyor içimde.

Eğer benim gibi çayla çok haşır neşir bir insansanız uzun süren ayrılıklar ayarını kaçırabiliyor insanın. Yola çıkmadan önce İstanbul’da içtiğimiz son çayla duruyoruz. Birkaç saat neyse de çay içmeden geçen birkaç gün insanı bozabiliyor. Takribi 2 gündür ağzımıza çay sürmemişiz. Kriz akşama doğru daha fazla hissettiriyor kendisini. Mostar’da bir ümit çay buluruz diye dolanıyoruz ama hangi dükkana girsek sallama çayı gösteriyorlar. Pansiyona dönünce Türk zekasını kullanıp bir paket poşet çayı dolduruyoruz bir cezveye, sıcak suyla demlemeye çalışıyoruz. Ortaya çok süper bir çay çıkmıyor lakin poşet çayın yırtık kağıtlarını da süzgeç olarak kullanıp krizi önlüyoruz hiç değilse.

Sonra erkenden giriyoruz yatağa. Çünkü ertesi gün Dubrovnik var rotada.

Tavsiyeler:

-Mostar’a giderseniz ve eğer kalacak yeriniz yoksa Lejla (Leyla) Pansiyonu önerebilirim. Yeni bir kuruluş olduğu için bütün eşyaları tertemiz. Genç bir aile işletiyor; sıcak su, garaj, internet gibi her hizmeti de sunuyorlar.

-Bosna-Hersek’te Euro geçerli bir para birimi, kullanabilirsiniz.

-Mostar Köprüsü’nün üzerinde Çardak dedikleri yerde Mostar Kahvesi içebilirsiniz.

-Neretva oldukça temiz bir nehir, yüzülebilir. Ama akıntısı çok fazla, dikkatli olmak lazım. Yoksa Adriyatik Denizi’nden geri dönmek zorunda kalırsınız.

-Türk yemekleri yapan restoranlar var Mostar etrafında. Canınız illa Türk yemeği çekerse Han Restoran’ı falan deneyebilirsiniz.

-Camilerin bir kısmı müze gibi, onlara da göz atılabilir.

-Markası Ice-Tea olan bir içecek var, onun kırmızı olanını mutlaka deneyin. Adını falan hep unuttum şimdi.

Bu yolun başlangıcı için
1- Türk vatandaşı vs Hırvat polisi
2- Hırvat yollarında dört atlı
3- Bir gece vakti Mostar

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*